21 Mayıs 2010 Cuma

Karalamalar


Yazar: Napolyon

Aralık mı ocak mı bilemiyorum. Saat 17:00 hava daha kararmamış. Ocak olmalı o halde. Saat 17:00... Vapur kaçtaydı lan? Beş on mu, beş çeyrek mi? Çeyrek olmalı, on beş dakika var... Yetişebilirim. On beş dakika, 900 saniye eder. Matematik sorularında saatte 5 kilometre yürür insan. Benim yolum ise yaklaşık üç kilometre... 900 saniye, saniyeye üç nokta üç metre düşer, aslında zor, ama dedik ya, "yaklaşık"... "Kurmay subayların ömrü plan yapmakla geçer" demişti bir keresinde Mustafa Kemal, Enver'e... 15 dakikam var, demek ki matematik sorularındaki o normal insandan ki kendisi bin iki yüz elli metre gider bu zamanda, 2-3 kat hızlı gitsem yetecek, koşmaya gerek yok...

Bir şey oluyor bana bu caddede, bir tek burada, sanki yolda değil, suyun üzerinde yürüyorum. Dizlerimden değil, bileklerimden kırarak bacaklarımı, adeta “cat walk” yapıyorum, vücudum dimdik. Ama çiroz mankenler gibi değil, yere sağlam basıyorum, topuklarımı yere çakıyorum her adımımda. Sanki evimdeyim, o kadar da rahatım. Evimdeyim ya, benim burası… Her yerini biliyorum, her taşını, herkesi, herkesten iyi…

Aslında hiç düşünmedim bunları, sadece baktım saate, beşti. 15 dakika var, yetişirim dedim, kiliseye baktım önce. İstanbul’un en büyük ortodoks kilisesi... Sahi, Sümela'dan büyük müdür burası? Yok canım daha neler... "Metro geliyor" yazardı eskiden hemen karşımda, yazdı yıllarca, yıllarca gelemedi metro... Hemen solda Sıraselviler, Alman Hastahanesi ve St Pulcherie’ye gider... Güzeldir kızları, lisesi de açılmış şimdi, sade orta okuldu eskiden… Kızılkayalar ve Bambi... Hiç sevmedim Bambi'yi, kıymadan yapardı döneri... Seveni de sevmedim, döner dediğin etten olur, kıyma da neymiş, zaten seveni de ya sandviçlerini sever, ya da "popüler" oluşunu. Bambi'ye gelip de döner yiyene güvenilmez, yarı yolda bırakır insanı... Keşke vaktim olsa da bir dürüm döner iki de ıslak hamburger yesem… Bir de limonata… Burger King, güzeldi ilk geldiğinde, porsiyonları küçüldü sonra, bi sike benzemez oldu… Hemen yanında, swatch bayii, yeni açıldı bu, yoktu eskiden.

Sağda Karadeniz Şimşek Pide Salonu var, sabah akşam at yarışı izlerler, yemekleri de bok gibidir zaten… Bir de konsolosluğun yan kapısı, vizeler buradan verilir. Evet, Fransız konsolosluğu, en güzel yeri vermişiz bu ibnelere, “İstanbul’da nereye gidelim?” diye soran Fransızlara “konsolosluğunuza gidin, en güzel yer orası!” diye cevap verdim hep… Küçük bir kafe açılmıştı içinde, Dünya üzerinde beyaz peynirli krep yiyebileceğiniz tek yer… Yanına da domates-salatalık doğrarlar utanmadan, sanırsın krep değil, gözleme… Tam “doğu batı sentezi”!

Solda Saray, Sütiş, ve saire…Sağda Bereket döner, sakallı sakallı adamlar, güzeldir ama yemekleri… Hızlı hızlı yürüyorum, daha bir dakika oldu sadece. Eğer kilisenin önünden dolaşsaydım, buradan çıkacaktım caddeye. Ufak da bir saat tamircisi var bu ufak sokakta, o da benim gibi eskidir burada... Rebul Eczanesi, kim bilir kaç yıldır burada… Yüz yıl olmuştur? Oldu tabi ya, imparatorluğu gördü, ne de güzeldir kolonyası… Afacan döner, Küçük parmakkapı sokak. Solda Hacı Bekir… Yüz yıl olmuş mudur? Şaka lan şaka, o kadar da değil! Bin yedi yüz yetmiş yedi’den beri!

Acele etmem lazım, geç kalıyorum. Hüseyin Ağa Camii, yolun üçte birinin yarısı bitti… Hacı Abdullah… Sağda yeşilcam, Solda Hükümet Konağı… Pendor diye bir bar vardı eskiden buralarda, şimdi bowling salonu mu ne olmuş… Ve bir de katharsis olmalı ve meyci, açık mıdır ki şimdi onlar? Çiçek pasajı, Galatasaray… Vay vay vay, sadece kapısına bizim lise sığar! Sağda İngiliz konsolosluğu, kale gibi de yerdi hani façayı çizdirene kadar… İki pideci karşılıklı, Nizam ve Karadeniz… Ve balık pazarı ve nevizade. Paris Kahvesi varmış burada, ben yetişemedim, ya da yetişdim mi? Bilmem.

Neyse, İstiklal’i yarıladık, toplam yolumun üçte biri eder. Soldan insem? Boğazkesen , Tophane Spor Kulubü, Kılıç Ali Paşa ve Nusratiye… Meclisi Mebusan Caddesi. En ince minareli camiiymiş bu Nusratiye, üç metre de kazık üzerine inşaa etmişler nemden etkilenmesin diye. Tuhaf şey, iki cami yan yana, bu kadar farklı olsun. Mimar sinan bilmemiş mi kazık kullanmayı? O nasıl dayandırmış neme? İkisi arasında bir sürü nargile kafe… Eskiden Amerikan Pazarıydı bura, nargile timberland bottan daha çok kar bırakıyor demek…

Hayır, inmiyorum soldan. Düz devam ediyorum İstiklal’den. Yapı Kredi Kültür Merkezi’ni geçiyorum, buranın inşaatını da hatırlarım, Bellini’nin portresinin geldiğini de… Sağda, Şanzelize, bildiğin pavyon. En adisinden. Bir kere küçükken girmiştik de, şarkıcı kadının bacağımdan kalın kollarını görünce daha oturmadan koşarak kaçmıştık.

Yedi dakika olmuş. Hızlansan mı? Buradan Tünel’e kadar gözü kapalı giderim zaten, Oda Kule yolumu ikiye böler. Ve Nur-u Ziya Sokak… Şşş, sessiz… Fransız Sarayı, konsolosun evi. Panter Kırtasiye, tuhaf bir de kürkçü, bir kere kürk alan görmedim bu dükkandan. İsveç, Rus ve Hollanda konsoloslukları… Sahi, böyle miydi sırası? S90’ı vardı İsveç’in, kıyak arabaydı. Haha, arada bir de Kanada konsolosluğu. Üç yüz yetmiş üç numara, kuru yemişcinin üstü, ikinci kat. Çok komik bir yer, bildiğin apartman dairesi. Buralarda bir de Beyoğlu Anadolu Lisesi vardı, mezunları sadece Markiz ve Le Bon’a gider…

On yedi on. Tünel’e geldik mi? Davulcu Asım… Binsem mi? Hadi canım, aptal olma, yürümeye devam. Lay lay lom, Zuhal ve niceleri… Yüksek kaldırım. Yahu bu benjamin uydu anteni hala satılmadı mı bu kadar yıldır? Solda hamam, hah hah hah ha! Ve bir de St Benoit. Geç kalıyorum, koşayım artık. Bankalar Caddesi. Ziraat Bankası. Küçüklüğümü, O’nu hatırlıyorum, hala çenemde duruyor o iz. Değer miydi?
Uçarak karşıya geçiyorum, arabalar bana değemez burada. Dağ ve avcılık malzemeleri dükkanları… Köprüyü geçsem? Yeni Camii, Mısır Çarşısı, Eminönü… Hayır hayır, aynen devam… Son bir dakika, kaç basamak vardı burada? Konyalı saat… Vapurun düdüğü, yetişebilecek miyim? Akbilin sesi… Kapı kapanıyor…
Son geçen benim. İçerdeyim.
 

Sizin yorumlarınız ve bu yazıya yapılan yorumlar için

Adım Adım Pierre Woodman Olma Rehberi - Babasayfa Farkı İle


Yazar: Napolyon

Beyler bu kadar adamız burada, oğlum bu adam ne ayak lan? Bir anlayan çıktı mı?
Lan delireceğim artık, videolarını kulaklıkla dinleyip not alarak falan çalışmaya başladım. Bu aşağıdakiler benim şahsi tecrübelerim falan değil, bu videolardan anladıklarımdır, deneyip de beceremeyen olursa sorumluluk kabul etmem.
Önsöz: Oğlum herif profesyonel. Bu işi para için yapıyor. Ona göre.
1) Kılık-kıyafet (faça): Zengin olduğunuz mesajını doğru vermek çok önemli, mesela Pierre Abi'miz üzerinde eşek kadar Calvin Klein yazan şeylerle geziyor. Çok daha pahalıya alabileceği çok daha lüks şeyler var elbette, ama o en bilinenlerden birini tercih ediyor, bilinçaltına "Bende para bok" mesajı veriyor. Genellikle saflık, temizlik ve güven teşkil eden beyaz rengi tercih ediyor. Zannedersin bankacı pezevenk...
2) Hedef seçimi: En zor kısım. Genelde sosyo-ekonomik düzeyi düşük kızlar seçiliyor. Röportajlardan anladığımız kadarıyla bir çoğu tezgahtar, garson veya üniversite öğrencisi. Bir kısmının daha önceden ufak da olsa bir modellik tecrübesi olmuş oluyor. Kıza asla "pornocu" olduğunu söylemiyor, biraz konuştuktan sonra modellik çekimi için randevu veriyor, kartını vermeyi de ihmal etmiyor ("bak bizde yalan yok, aha burda yazıyor" diyor yani. Tabi godoş kartına ne yazmış bilmiyoruz, "sikici" yazmamıştır herhalde, modellik ajansı falan yazmıştır. Büyük ihtimal ki gerçek ismini vermiyor, yoksa o kızlardan bir tanesi hiç değilse gitmeden altavista'ya (o zamanlar google yoktu) "woodman" yazmayı akıl ederdi. Hepsi bu, iletişim bilgileri bırakıldıktan sonra kız arayana kadar irtibat kesiliyor. Kız aramazsa ibne kendi arıyor mu, onu bilemedim bak.
3) Otelde randevu: Genellikle aynı odayı tercih ediyor (ya da bir günde 10 kişiyi sikmiş hayvan), alışkanlık yapıyor, evinde gibi. Kendi rahatlığı kızlara da geçiyor. Bazen konuşmanın başlarında yanında bir de bayan tercüman bulunuyor. Yalnız bu randevuya gelmesi için kıza bir avans ödeniyor mu o meçhul, çünkü bazı bölümlerde "vücudunu göstereceğini söylemiştin, cayamazsın" tarzı bir konuşma geçiyor.
4) İlk muhabbet: Tanışma yapılıyor, kızın kendinden bahsetmesi sağlanıyor (yaşı, işi falan filan), ama sadece havadan sudan şeyler, olumsuz bir hava yaratabilecek şeylerden asla bahsedilmiyor. Kıza "merhaba" deyip elini sıkıyor, kız vermeyi aman yani modelliği kabul edene kadar tek fiziksel temasları bu oluyor.
5) "Sen benim ne iş yaptığımı biliyor musun?": Ahan işte. Bu soru ile beraber kıza bir porno dergi veriliyor. Asla derginin kapağında sikiş-sokuş olmuyor. Hatta ilk başta bunu Cosmopolitan, Esquire falan sananlar oluyor. Kız yavaş yavaş derginin içine bakıyor. Bu andan itibaren Pierre sadece iki fiil çekimi kullanıyor, kendinden bahsederken birinci tekil şahıs, kıza birşey söylerken emir kipi (ikinci tekil) ve mutlaka ardından gelen "lütfen".
Örnek:
Ben bu işi yapıyorum
Soyun lütfen.
6) Cığlık: "Asla böyle bir şeyi yapmam" cevabı. Pierre bunu duymamazlıktan geliyor. Asla kızı bozmaya, göt etmeye falan kalkmıyor. Duymuyor işte amına koyayım.
7) Neuro Linguistic Programming (NLP): Bu konuda değişik iddialar var, kimi "kullanıyor" diyor, kimi "kullansa ne olur bir sikime yaramaz ki" diyor. Bildiğin psikolog yöntemi. Kafamın aldığı kadarıyla şöyle:
- Ben böyle birşeyi asla yapma!
- Neyi yapmazsın
- Bunu işte, bu iğrenç!
- Hiç yapmadın mı?
- Evet yaptım ama...
- Hoşuna gitmedi mi yoksa?
- Gitti, ama burada kameralar var.
- Yani seni asıl rahatsız eden seks değil kameralar, öyle mi?

ya da
- Bunun yanlış olduğunu da nereden çıkardın?

Kız tartışıyorsa zaten meyilli oluyor. Yoksa dergiyi görür görmez direk kaçıp giden de gördük. Aynı zamanda eski bir "polis memuru" olan Pierre Abi'miz, tane tane, gayet açık ve kesin konuşuyor. Asla lafı kıvırmıyor, yapmam dediği şeyi yapmıyor ama hep bir açık kapı bırakıyor. Mesela kız "ben yatmayacağım" dediği zaman Pierre "istemediğin bir şeyi yapmayacaksın, bunu sana garanti ediyorum" diyor.
8) Vücuda bakma: Pierre önce kıza ayağa kalkmasını söylüyor. Sonra yavaş yavaş soyuyor. Asla pazarlık kabul etmiyor, kız külodunu dizlerine indirse dahi tamamen çıkarmasını istiyor. Yalnız kız gitmek isterse asla ona mani olmuyor ve asla fiziksel temas yok. Sürekli kızın ne kadar güzel olduğu tekrarlanıyor.
9) Fotoğraf: Kızdan yatağın (veya ne varsa işte bazen kanepe-koltuk oluyor) üzerine dört ayak üstünde durmasını ve kalçalarını açmasını istiyor. Kızdan gülmesini isteyerek bir de bu pozisyonda fotoğrafını çekiyor, yani çekmiyor aslında elinde hala video kamera var, ama kıza poz verdirtiyor işte, sanki çekiyormuş gibi. Lan zaten bir kız karşınızda çıplak o pozisyona geldiyse kendi isteğiyle, artık herşey bitmiştir.
10) Fantezileri açığa çıkarma: Kıza fantezileri, ilk cinsel deneyimini ne zaman yaşadığı, hayatında kaç kişi olduğu soruluyor. Genellikle 10'dan 20'den yüksek bir cevap gelmiyor (ibne nereden buluyorsa bu kızları, bazen arada lezbiyen veya bakire olan bile çıkıyor). Pierre hemen basit bir bölme işlemiyle yani ay başına şu kadar sevgili düşüyor, pek de çapkın sayılmazsın gibi bir şaka ile ortamı yumuşatıyor. Sorular arasında mutlaka fantazileri arasında bir yabancı ile sevişmek olup olmadığı da oluyor. Cevap negatifse bile, Pierre'in sikinde olmuyor, "bir yabancıyla sevişmek" artık kızın beynine girmiş oluyor. Bu sohbet sırasında kızın giyinmesine izin verilmiyor ve sürekli "sakinleş" komutu tekrarlanıyor.
11) Marketing: Burada Pierre'in tutumu ikiye ayrılıyor, mesleğe kazandırmak istediklerine porno sektörünün ne kadar karlı bir iş olduğundan bahsediliyor. Ayrıca şu da klasik bir cümle "Soft (erotik) fotoğraflar veya modellik için büyük göğüsler ve dar bir kalça gerekir. Senin ise büyük kalçaların ve küçük göğüslerin var, soft sektörde tutunamazsın, bütün yapımcılar sana aynı şeyi söyleyecektir ama pornoda bir şansın olabilir." (Evet ibne sırf bunu demek için kızları buna uygun seçiyor galiba). Sikip bırakacaklarına ise ne kadar usta bir sikici olduğunu, süper numaralar bildiğini, partnerini orgazmdan orgazma koşturacağını anlatıyor da anlatıyor, "mütevazılık" nedir bilmiyor. "Lan buna kim inanır?" demeyin, inanıyor oğlum hepsi...
12) Ödeme: Burda ne oluyor bilmiyoruz. Kamera kapanıyor. İbne acaba ne kadar ödüyor? Kızların çoğunun doğu Avrupa'da yaşadığı düşünülürse benim tahminim ortalama 10bin USD veriyordur. Burun kıvırmayın, özellikle 2000'lerin başında 10bin dolar çok iyi paraydı bu ülkeler için.
13) Canım sıkıldı şimdi daha sonra yine yazarım ben...

Sizin yorumlarınız ve bu yazıya yapılan yorumlar için

İşyerinde Sıçmak, Izdırabın ta Kendisi!


Yazar: Hayretsex

selam dostlarim,
sizlere onceki gun fazla mesaide yasadigim aci bir hadiseyi aktaracagim.olayin sokuyla iki gundur gozume uyku girmedi, durup dururken aglama nobetleri gecirir oldum.ben bu durumlara dusecek adam degildim.
her zamanki gibi calistigim esnada bokumun kapiya dayandigini hissettim.caresizdim, acele acele telefonu cuzdani masaya birakip kosar adimlarla, butun sirkete sicmaya gittigimi belli ede ede wc ye kostum.bizim wc de 3 kabin var, biri kizlar icin.en sondaki genis olana girip kapiyi kapattim ve soyundum, ben anadan dogma sicarim.kendimi bildim bileli boyledir.
klozete oturup mermerleri sayarak dokturmeye basladigimda hayatimin sokunu yasadim.evet, siktigimin kagidi bitmisti, daha neyle silecegimi dusunmeden kicima sicrayan damlaciklarla sarsildim.yine o bildik oyun sahnelenmeye baslamisti.neye silecektim kicimi? kirli kagitlari cikarip mi sileyim, koluma silip kolumu cikinca lavaboda mi yikayayim? tek care disari cikip yan kabine gecmekti dostlarim.
isim bittikten sonra bi kac dakika olum sessizligine gomuldum, wc de baska biri olmadigindan emin olduktan sonra kapiyi acip hizlica yan kabine gecip temizlige basladim.ben daha ruloyu alip tekrar kabine donsem mi diye dusunurken wc ye biri daha girdi, hemen kapiyi kilitledim. diger iki kabinden hangisine girecegini uc bucuk modunda dusunurken yan kabin acildi ve hayatimin sicisina daha yeni basladigimi anladim. esyalarimi gorunce ne dusundu bilmiyorum ama seslerden anladigim kadariyla kemerini cozmeden once ic camasirimin da dahil oldugu kiyafet setimi incelemisti.
klozeti kapatip, temizledigim gotumle oturdum ve durumun aslinda pek kotu olmadigini, yandaki ipnenin isini bitirince kabine gecip ustumu giyecegimi dusunerek rahatladim. arkadas cikinca biraz bekleyip hizlica o kabine gectigimde adi serefsizin esyalarimi da toplayip goturdugunu farkettim.sevgili dostlar, mesai saatleri coktan dolmus oldugundan ve esyalari alan eleman evine goturmus olabilirdi.acaba ne dusundu pezevenk? ustumdekileri tuvalete cikarip disarda ciplak dolastigimi mi? hemen nolacaksa olsun deyip 'kimse var mi ' diye bagirmaya basladim ama nafile.yaklasik 1 saat bagirdim.
sonunda part time calisan ogrenci bi arkadas duyup geldi.tanidigim oldugu icin biraz rahatlayip durumu anlattim, giysilerimi son giren kisinin alip goturdugunu soyledim.anlamadi, sen nerdeydin alirken dedi.disardaydim dedim.sirketten son cikanlari tek tek aradik ve goturen kisiyi bulup geri cagirdik.asagi yukari 2 saat anadan dogma bi sekilde helada kaldim.bu sirada 31 cekip cekmemek arasinda tereddutler yasadim, vakit gercekten cok zor gecti.
olay tahmin edeceginiz gibi butun sirkete yayildi sevgili dostlar.herkes esyalari birakip nereye gittigimi konusuyor.kimse kosar adimlarla sicmaya gidisimi ya farketmemis ya da hatirlamiyor.arkamadan konusup duruyorlar, yuregim yaniyor.icim aciyor sevgili dostlar.ben ne hale dustum? bunu mu hayal etmistim, karizmayi bi daha nasi toparlarim ben?


Sizin yorumlarınız ve bu yazıya yapılan yorumlar için

Âb-ı HüsrAM (Bölüm-1)


Yazar: Scan

Nereden başlayacağıma emin değilim hayal kırıklığıyla biten hikayeme. Hikaye dediğime bakmayın aslında gerçeğin ta kendisi. Aklıma geldikçe o şok anını yeniden yaşıyorum sanki, neyse başlıklar halinde gitmeyi deniyorum belki kotarırım:

Liseli Vardı Ya Ah O Liseli

Üniversite son sınıftayken lise son talebesine yazma girişiminde bulunarak küçük çapta bi hayvanlık yaptığımın farkında olsam da duymazdan geldim tepkileri. Yazdım da ne oldu, siklemedi beni. Gerçi siklenecek bir tipim de yok, işin olmamasını kendimce liseli kızların akıllarının bir karış olmasına bağlıyor, üzmüyordum kendimi. Ama hemcinslerimin yanında bu konudan bahsedildiğinde ufaktan efkâra bağlıyor, sigaraları üst üste çakıyordum. Yeryüzündeki son kız olmasa da zamanla olayı gurur meselesi yaptım ama neyi denediysem olmamıştı bir türlü. Mezun olduktan sonra şehir dışında çalışmaya başlayacaktım, son bir kez görmek istedim zat-ı şahaneleri, kırmadı beni lafladık biraz. "Hakkını helal et", "gidipte dönmemek var" klişeleriyle duygusala bağlayarak prim yapmayı denedim, yimedi tabi. Siktir olup gittim o şehirden.

Telefonun Ucundaki Tanıdık Ses

İşe başladım haliyle, sevgilim neyim yok halen. Abazanlık tavan yapmış, param var huzurum yok netice itibariyle. Tek iletişim aracım olan cep telefonumu "bir umut" diyerek yanımdan ayırmıyor, cevapsız aramalardan medet umuyordum, bir sonraki mesajın operatörden gelmemesi için dua ediyordum, naçardım. Yaklaşık 5-6 ay geçti böyle, umutlarımın tamamen söndüğü günlerden biriydi, işyerindeki müdürüm: "scan bey telefonunuz var, bir dakika bakar mısınız" diye seslendi. Liseliden olacağı aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Sesini duyduğumda kısa süreli bir sendelemenin ardından toparlanarak akşama konuşmak üzere cep telefonumu verdim.

Liseli de Olsa Bir Sevgilim Var

Aramızda yaklaşık 1300km mesafe vardı ve ilişkiyi telefon üzerinden yürütüyorduk ilk zamanlar. Deliler gibi konuşuyor daha iyi tanıyorduk birbirimizi, küslükler ve kavgalar da oluyordu bazen her ilişikide olduğu gibi. Liseli dedim ama liseyi bitirmiş üniversite sınavına hazırlanıyordu o sıralar. İkimiz de tutucu ailelerden geldiğini söylemem lazım. Öpüşme, sevişme tabuydu ilk zamanlar, evlilik sonrasına bırakılması lazım geliyordu. Ama dedim ya uzağız birbirimize senede birkaç kez görüşüyorduk. Böyle olunca tavizler veriyorduk tabularımızdan, işimize gelmiyor değildi. Kevaşenin teki olmadığını "bak scan, burada olsan bunların hiçbirini yaşayamazsın, uzaksın diye tüm bunlar" sözleriyle kanıtlamaya çalışıyordu. İlk öpüşme, sinemada sütyeninin içinden göğüs ucu mıncıklama, kalça okşama derken tabu falan kalmmıştı pek. Senelik iznimin her günü o cafe senin bu sinema benim diyerek geçirdik, parklarda ele ele dolaştık hergün.

Aşkitom Tatili Hak Etmedim Mi

Bizim manita üniversiteyi kazanmış, kazanmakla yetinmeyip sınıfın en ineği oluvermişti söylediğine göre, transkriptine baktığımda gerçek olduğunu öğrendim söylediklerinin, tabi ilk dönem için. Sömestrde yıl sonu ortalamasının en iyi olması durumunda birlikte tatil yapıp yapamayacağımızı sordu, hiç düşünmeden "olur" desem de bazı çekincelerim vardı. Gel zaman git zaman bizim zilli yine sınıf birincisiydi dönem sonunda, kafamın etini yemeye başlamıştı bile. İntenetten fellik fellik tatil mekanı arıyordu.

Bu esnada ateşle barutun yan yana duramayacağını düşünüyor, elimden(sikimden) bir kaza çıkacağını anlatmaya çalışsam da sonuç itibariyle tatile gitmeye ikna etmişti beni.

Deniz, Güneş ve Kızlar

Tatile gitmeden önce alışveriş yapmak elzemdi ona göre. Bikini, iç çamaşırı, geceliğin başı çektiği bir listeyle önüme geldi, "aşkım aslında bunların hepsi senin için" dediğini dün gibi hatırlarım, helali hoş olsun, söz vermiştim bir kere, göt vermeye benzemez, gık etmeden aldım. Yemin olsun kendi şortumu pazardan 5 milyona almıştım, geçtiğimiz yaz bile onunla girdim denize. İlk kez deniz ve güneşe "kız"ı ekleyerek trioyu tamamlıyordum o yaz. Zerrin Özer'den "O yaz" şarkısı geldi aklıma şimdi amınıski. Sevgilisi ile 3 gün 3 gece kim tatil yapmak istemez ki?

Coming Soon: Sonun Başlangıcı

Sizin yorumlarınız ve bu yazıya yapılan yorumlar için

Yol Hikayeleri


Yazan: Rocco

Kalabalık içinde yürümeye çalışıyordum ve oldukça sinirliydim. Önümde yavaşça yürüyen insanlara uyuz oluyordum. Millete çarpa çarpa, "yürüsenize amına koyayım" dercesine tripler atarak hızlıca ilerlemeye çalışıyordum. Hava çok sıcaktı. Nihayet durağa vardım ve Kadıköy'e gitmek üzere otobüse bindim.
Otobüs boş sayılırdı. Birbirine bakan iki ikili koltuğun istikamet yönüne bakanının cam kenarındakine oturdum. Birkaç durak sonra ters yöne bakan karşımdaki ikili koltuğa benden 3-4 yaş küçük olduklarını tahmin ettiğim iki sevgili oturdu. Kız çok tatlıydı. Eski sevgilime benziyordu. El ele tutuşmuş güzel güzel sohbet ediyorlardı. Birbirlerine aşık oldukları her hallerinden belliydi.
Camdan dışarıyı izlerken önümdeki çiftin sohbetini dinlememeye çalışıyordum. Ama ara ara istemeden kulak misafiri oluyordum. Erkek, "bıyıkların terlemiş"� diyerek baş parmağıyla kızın dudağının üzerindeki ter damlacıklarını sildi. Kız bu hareketin üzerine sadece tebessüm etti ve alnını silip saçlarını düzeltti. Sonra erkek, "vapura binince alt katın balkonuna oturma su sıçrıyor. Hemen üst kata çık, serin serin gidersin" dedi. Konuşmalardan anladığım kadarıyla kız otobüsten indikten sonra yolculuğuna yalnız devam edecekti. "Tamam" dedi kız. Bir anda tedirgin olmuştum çünkü ben de vapura binecektim ve her zaman üst katın açık bölümüne otururdum. Orada kızla karşılaşıp 'beni mi takip ediyor bu sapık'� şeklinde düşünmesini istemezdim. Neyse ki korktuğum şey başıma gelmeyecekti. Bütün bunlar olurken benim yanımda koltuğunun altında fotomaç gazetesi olan orta yaşlı şişman bir adam oturuyordu. Ben ise camdan dışarıyı izlemeye devam ediyordum.
Vapurdaki yerimi almıştım. Çantamdaki dergiyi çıkardım ve okumaya başladım. İkili ilişkiler konulu, mizahi dille yazılmış romantik bir yazıydı. Sevdiğim bir yazardı ve beni yine şaşırtmamıştı. Dikkatlice yazıyı okuduğum sırada telefonuma mesaj geldi. Mesajın sahibi 3 yıl önce ayrıldığımız eski sevgilimdi. Hayır otobüsteki kıza benzeyen değil, başkası. "Nasılsın Rocco? Ben Julia" dedi.(isimler değişik olabilir) Biraz şaşırmıştım. Cevap yazıp yazmamak konusunda biraz düşündükten sonra "dur şu yazı bitsin hele"� diyerek telefonu cebime koydum. Yazıyı okurken beynim 'mesaja cevap versem mi vermesem mi'�konusuyla ilgilendiği için, aynı satırları tekrar tekrar okuyordum. Bu böyle olmayacaktı. Mesaj olayını şimdilik bir kenara bırakıp okumaya devam ettim. Hikaye çok güzel ve romantik bir sonla bitmişti. Okumayı tamamladıktan sonra başımı sola çevirdim ve Kız Kulesiyle göz göze geldim. İstanbul'un eşsiz manzarası, esen rüzgar, uçuşan martılar... Her şey çok güzeldi.
Otobüste gördüğüm çift, okuduğum hikaye, eski sevgilimin mesaj atması ve Kız Kulesi gibi küçük detaylar bana karşı ittifak kurup ağzıma sıçmayı başarmıştı.
Vapur iskeleye yanaştığında inmek için acele etmedim. Kalabalığın ilerlemesini bekliyordum. Ben kenardan yavaş yavaş yürürken kimileri bana çarparak, kimileri de "yürüsene be adam" dercesine trip atarak yanımdan geçiyordu. Vapurdan en son inenlerden biriydim.

Sizin yorumlarınız ve bu yazıya yapılan yorumlar için
L i n k

Burası Ne Amaca Hizmet Eder?

Bilindiği üzere Babasayfa.com; sarkastik ve saykodelik bir mizah forumudur ve 25 yaş üzeri bir kitleye hitap etmektedir. Burası, Babasayfa forumlarında yayınlanan ve ilgi çeken materyallerin genel bir sunumudur. Siteyle doğrudan ilgisi bulunmakla beraber, yazılara yapılan yorumlar ya da yapılmak istenilen yorumlar için içeriğin devamında verilen linkler kullanılabilir.



Saygılarımızla
Babasayfa Yönetimi



B a b a s a y f a